Şekil 1: Karsdorf'ta bando seramikçileri adlı köylü kültüründen bir kadının iskeleti.
XX. yüzyılın bize kazandırdığı iki önemli buluş vardır. Bunlardan ilki A, B, AB ve 0 kan gruplarının keşfi, ikincisi de DNA molekülünün çift sarmal yapısının keşfidir. Bu gelişmeler sayesinde moleküler biyoloji alanında yapılan çalışmalar hız kazanmış ve birçok teknolojik gelişmenin önünü açmıştır. En çok merak edilen konular başta olmak üzere kökenlerimiz, soy ve akrabalık ilişkilerimiz, enfeksiyon hastalıklarına karşı genomumuz gibi konular geçmişte bulunan arkeolojik kalıntılardan elde edilen DNA’ların incelenmesiyle “Antik DNA (aDNA)” kavramını ortaya çıkarmıştır.
Geçmişte kalan, geçmişe ait gibi terimlere karşılık olarak “ancient” ifadesi kullanılmaktadır. Kalıntı DNA’ların Türkçe karşılığı olarak da eski anlamında “antik DNA” ifadesi kullanılmaktadır [1]. Literatüre baktığımızda, yapılan ilk çalışma 1984 yılında soyu tükenmiş bir zebra alt türünün mitokondriyal DNA diziliminin çıkarılmasıdır. 1985 yılına gelindiğinde de Mısır’da bir müzede insana ait M.Ö. 2400 yıllık bir mumyanın nükleer DNA dizisi çıkarılmıştır [1].
Çağlar öncesinden elde edilen bulgularda çok az miktarda DNA bulunmaktadır. Bu yüzden yapılan çalışmalar büyük bir titizlikle gerçekleştirilmektedir. Öncelikle bir DNA’nın antik olarak tanımlanması için geçen zamanın 70 yıl olması, yani ortamda bulunan sıcaklık, pH gibi etkilerin DNA’nın parçalara ayrılmasını, baz değişiminin gerçekleşmesini ve degredasyon sürecinin başladığını gösteren optimum zaman olmalıdır [2]. DNA’da meydana gelen değişimler birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Çünkü parçalanma, bozulma, kontaminasyon ve kötü çevre koşulları yapılacak araştırmaları engellemektedir.
Şekil 2: Martin Rowson tarafından çizilmiştir.
Antik DNA’ya Kaynak Olan Dokular
Her kalıntının doku örneği antik DNA olarak kullanılabilmektedir. Çoğunlukla kemik, diş, kuru hayvan ve bitki dokuları, yumuşak dokular ve mumyalaşmış dokular ön plana çıkmaktadır. Sıralanacak olursa en verimli izole DNA’yı kemiklerden ve dişlerden elde edebiliriz. Bunun sebebi içerisinde bulunan kalsiyum fosfat esaslı hidroksiapatit bileşeni DNA’nın bozulmasını yavaşlatmaktadır [3]. Yukarıda bahsettiğimiz 1985 yılında ilk insan mumyasının DNA’sı sol alt bacağa ait kurumuş yumuşak bir dokudan izole edilip analizi yapılmıştır. Aslında ölmüş bir bedenin yumuşak dokuları mikroorganizmalar tarafından yok edilir. Ancak mumyalaşmış bir bedenin kuru dokuları mikroorganizmaların yaşaması için uygun sıcaklık ve nemi sağlamadığından uzun yıllar bozulmadan durabilmektedir [1]. Bu yüzden yumuşak dokular da antik DNA için önemli yapılardır.
Çalışma Alanları
Antik DNA ile çalışmak için öncelikli olarak çalışmanın amacı belirlenmeli, daha sonra seçilecek örneğin türü ve kullanılacak moleküler belirteçler belirlenmelidir [3]. Antik DNA ile çalışma konuları başlıca şunlardır:
Kimliklendirme
Cinsiyet tayini
Soy ve akrabalık ilişkileri
Nüfus hareketleri ve göçler
Filogenetik çalışmalar
Hayvan ve bitki DNA çalışmaları
Sonuç olarak, günümüzde teknolojik gelişmeleriyle öne çıkan genetik konuları ile geçmişimizi öğrenmek, hastalıklarımızın kaynağını tespit etmek gibi birçok amacımız vardır. Enfeksiyon hastalıklar için ve antibiyotik direnci için antik patojen DNA’sına, beslenme sorunları ve alerjik reaksiyonlar için antik bitki ve hayvan DNA’larına ihtiyacımız vardır. Antik DNA bizlere yaşam koşullarımızı geliştirmede ve genetik geçmişimizi öğrenmede çok yardımcı olacaktır.
Filogenetik: Çeşitli organizmalar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırılmasıdır.
Kaynaklar
TEKELİ, E., & Cüneyt, E. L. M. A. Antropolojik kemik örneklerinden antik DNA çalışmaları. Antropoloji, (32), 23-41.
BERKAY, E. G., ŞOROĞLU, C. V., & VURAL, B. Hastalıklar ve Antik DNA: Dün ve Bugün. Sağlık Bilimlerinde İleri Araştırmalar Dergisi, 2(1), 41-50.
AKBABA, A. (2017). Antik DNA (aDNA) Çalışmalarından Elde Edilen Bilgiler. Turkiye Klinikleri Journal of Forensic Medicine-Special Topics, 3(1), 99-107.
Comments